DEMANS
Halk arasında bilinen ismi ile “bunama” beynin bilişsel işlevlerinin bozulması sonucu meydana gelen klinik tablonun genel adı olup birçok alt grup hastalığı içinde barındırmaktadır. Bunlardan en sık görüleni ve en çok bilineni ise Alzheimer hastalığı olup Lewy cisimcikli demans, Parksinson demansı, frontotemporal demans, vasküler demans, normal basınçlı hidrosefali, Creutzfeld Jakob (prion) hastalığı diğer demans türleri olarak sayılabilir.
Demansa neden olan beyin değişiklikleri çoğunlukla kalıcı ve ilerleyici seyrederek engellilik oluşturur, hatta uzun vadede yaşam süresinin kısalmasına yol açar. Sağkalım demansın nedeni, başlangıç yaşı ve eşlik eden diğer sağlık problemlerine bağlı olarak hastadan hastaya büyük ölçüde değişkenlik gösterir.
Demansiyel süreç içerisinde hastaların düşünme becerileri, günlük yaşam aktiviteleri, özellikle yakın bellekleri bozulurken, ilerleyen evrelerde karar verme, muhakeme yetileri ile özbakımını sağlama becerilerine kadar etkilenme görülebilir. Bu klinik gidişatı tamamen durdurabilecek bir tedavi dünyada henüz mevcut olmayıp yavaşlattığı ve seyrini olumlu etkilediği gösterilen çeşitli tedavi seçenekleri mevcuttur.
Birçok hastalıkta olduğu gibi gelişimine neden olan etmenlerden yaşam boyu uzak durmak ve önleyici tedbirler almak esastır. Bu nedenle doğru ve erken tanıya ulaşmak hasta kişiye karşı yakınlarının yaklaşımlarını ve sosyal hayattaki işlerini düzenlemek adına oldukça önemlidir.
Demans olmayan ancak demans benzeri semptomları taklit edebilen depresyon, deliryum, ilaç yan etkileri, tiroid sorunları, vitamin eksiklikleri, madde kullanımı gibi durumların uzman hekimler tarafından titizlikle değerlendirilmesi sonucu tespit edilip doğru tanıya ulaşılması oldukça önemlidir. Çünkü durumlar demans tablosunun aksine geri döndürülebilir ve tedavi edilebilirdir.
Demansa neden olan beyin değişiklikleri çoğunlukla kalıcı ve ilerleyici seyrederek engellilik oluşturur, hatta uzun vadede yaşam süresinin kısalmasına yol açar. Sağkalım demansın nedeni, başlangıç yaşı ve eşlik eden diğer sağlık problemlerine bağlı olarak hastadan hastaya büyük ölçüde değişkenlik gösterir.
Demansiyel süreç içerisinde hastaların düşünme becerileri, günlük yaşam aktiviteleri, özellikle yakın bellekleri bozulurken, ilerleyen evrelerde karar verme, muhakeme yetileri ile özbakımını sağlama becerilerine kadar etkilenme görülebilir. Bu klinik gidişatı tamamen durdurabilecek bir tedavi dünyada henüz mevcut olmayıp yavaşlattığı ve seyrini olumlu etkilediği gösterilen çeşitli tedavi seçenekleri mevcuttur.
Birçok hastalıkta olduğu gibi gelişimine neden olan etmenlerden yaşam boyu uzak durmak ve önleyici tedbirler almak esastır. Bu nedenle doğru ve erken tanıya ulaşmak hasta kişiye karşı yakınlarının yaklaşımlarını ve sosyal hayattaki işlerini düzenlemek adına oldukça önemlidir.
Demans olmayan ancak demans benzeri semptomları taklit edebilen depresyon, deliryum, ilaç yan etkileri, tiroid sorunları, vitamin eksiklikleri, madde kullanımı gibi durumların uzman hekimler tarafından titizlikle değerlendirilmesi sonucu tespit edilip doğru tanıya ulaşılması oldukça önemlidir. Çünkü durumlar demans tablosunun aksine geri döndürülebilir ve tedavi edilebilirdir.
PARKİNSON HASTALIĞI VE DİĞER HAREKET BOZUKLUKLARI
“Titreme” diyince çoğumuzun ilk aklına gelen “Acaba Parkinson muyum ? “ sorusu olabilir. Ancak ortaya çıkış yaşına, eşlik eden diğer nörolojik muayene bulgularına veya görüntüleme – laboratuvar sonuçlarına göre titremenin birçok başka nedeni olabilir.
60 yaş sonrası en sık gördüğümüz Parkinson hastalığı ana motor bulgularından olmazsa olmaz olan hareketlerde yavaşlama (bradikinezi), buna sıkça eşlik eden dinlenme halinde meydana gelen titreme ( tremor), vücutta katılık (rijidite) ve ileri dönemde en çok özürleyici semptom haline gelen denge bozukluğu ile düşmelere neden olan postural refleks kaybı gelir.
Ayrıca donmalar, konuşma bozukluğu, yürüme bozukluğu ve distoni gibi ek başka motor bulgular gözlenebilir. Ağrı, kabızlık, cinsel fonksiyon bozukluğu, depresyon, demans, uyku bozuklukları, idrar inkontinansı gibi motor olmayan birçok bulgu da Parkinson hastalığına eşlik edebilir.
Tanı için uzman nöroloji doktoru tarafından muayene edilmek şart olup tedavi seçenekleri erken ve orta evrede sıklıkla oral tedavilerden oluşurken ileri evrede cilt altı enjeksiyon, barsak içi ilaç uygulamaları ve beyin piline (DBS) kadar uzanan geniş bir yelpazede seyreder. Unutulmamalıdır ki her hastanın tedavisi kendine özel olarak muayene bulgularına ve yaşanan ilaç yan etkileri nedenli kullanım zorluklarına göre düzenlenir.
Hareket bozukluklarından sık görülen diğer bir hastalık ise “titreme hastalığı yani “esansiyel tremor” dur. Neden olan etmenler tam olarak bilinmemekle birlikte beynin belirli bölümünde oluşan değişikliklerden meydana geldiği yönünde bilgiler bulunur.
Bu hastalığa sahip olan kişilerin yarısı ailesinde hastalık öyküsü bulunan kişilerdir. Bu yüzden genetiğe bağlı oluşan bir hastalık denilebilir. Titreme genelde belli koşullar altında çıkar, hareket halinde veya belli bir pozisyonda görülebilir. Tetikleyen heyecan, stres, kafein tüketimi gibi etmenler mevcuttur.
Tehlikeli olmayan ancak yaşam kalitesini etkileyen bir hastalıktır. İlerleyen dönemlerde Parkinson hastalığı da bu duruma eklenebilir.
Parkinson artı sendromlar olarak tariflenen ancak eşlik eden otonom bulguların, kognitif etkilenimlerin olabildiği tipik olmayan parkinsonizmler Multi Sistem Atrofi (MSA), Progresif Supranükleer felç (PSP), Kortikobazal dejenerasyon olarak sayılabilir. Uzman tarafından detaylı muayene ve tetkiklerle beraber bu klinik durumlar Parkinson hastalığından ayrılır ve tedavi-takip süreci ona göre yönlendirilir.
Distoni, hemifasyal spazm, miyokimi – sinkinezi, kore, atetoz, ballismus, tik bozuklukları gibi daha birçok hareket bozukluğu hastalığı mevcut olup nöroloji branşının ilgi alanına girmektedir.
Ayrıca donmalar, konuşma bozukluğu, yürüme bozukluğu ve distoni gibi ek başka motor bulgular gözlenebilir. Ağrı, kabızlık, cinsel fonksiyon bozukluğu, depresyon, demans, uyku bozuklukları, idrar inkontinansı gibi motor olmayan birçok bulgu da Parkinson hastalığına eşlik edebilir.
Tanı için uzman nöroloji doktoru tarafından muayene edilmek şart olup tedavi seçenekleri erken ve orta evrede sıklıkla oral tedavilerden oluşurken ileri evrede cilt altı enjeksiyon, barsak içi ilaç uygulamaları ve beyin piline (DBS) kadar uzanan geniş bir yelpazede seyreder. Unutulmamalıdır ki her hastanın tedavisi kendine özel olarak muayene bulgularına ve yaşanan ilaç yan etkileri nedenli kullanım zorluklarına göre düzenlenir.
Hareket bozukluklarından sık görülen diğer bir hastalık ise “titreme hastalığı yani “esansiyel tremor” dur. Neden olan etmenler tam olarak bilinmemekle birlikte beynin belirli bölümünde oluşan değişikliklerden meydana geldiği yönünde bilgiler bulunur.
Bu hastalığa sahip olan kişilerin yarısı ailesinde hastalık öyküsü bulunan kişilerdir. Bu yüzden genetiğe bağlı oluşan bir hastalık denilebilir. Titreme genelde belli koşullar altında çıkar, hareket halinde veya belli bir pozisyonda görülebilir. Tetikleyen heyecan, stres, kafein tüketimi gibi etmenler mevcuttur.
Tehlikeli olmayan ancak yaşam kalitesini etkileyen bir hastalıktır. İlerleyen dönemlerde Parkinson hastalığı da bu duruma eklenebilir.
Parkinson artı sendromlar olarak tariflenen ancak eşlik eden otonom bulguların, kognitif etkilenimlerin olabildiği tipik olmayan parkinsonizmler Multi Sistem Atrofi (MSA), Progresif Supranükleer felç (PSP), Kortikobazal dejenerasyon olarak sayılabilir. Uzman tarafından detaylı muayene ve tetkiklerle beraber bu klinik durumlar Parkinson hastalığından ayrılır ve tedavi-takip süreci ona göre yönlendirilir.
Distoni, hemifasyal spazm, miyokimi – sinkinezi, kore, atetoz, ballismus, tik bozuklukları gibi daha birçok hareket bozukluğu hastalığı mevcut olup nöroloji branşının ilgi alanına girmektedir.
EPİLEPSİ
Toplumun yaklaşık %1’ini etkileyen halk arasında “sara” hastalığı olarak bilinen epilepsi cinsiyet ayrımı olmaksızın her yaşta ancak sıklıkla toplumun en genç ve en yaşlı kesiminde görülür.
Epilepsi, beynin tamamında veya bir kısmında beyin hücreleri arasında geçici anormal elektiriksel boşalım ile meydana gelen kısa süreli beyin fonksiyon bozukluğudur. Bunun sonucu olarak bilinç değişikliği, bayılma, kısa süreli dalma, boş bakma, yüzde- kol ve bacaklarda kasılma, dişlerde kilitlenme, gözlerde kayma, ağızdan köpük gelmesi ve idrar kaçırma gibi bulgular meydana gelir.
Yüzden fazla epilepsi türü olup hastadan hastaya değişen farklı nöbet tipleri gözlenebilir, hatta bu nöbetlerin bazılarını tanımak her zaman kolay olmayabilir. Hastaların büyük çoğunluğunun nöbet dışı zamanlarda tüm beyin fonksiyonları normaldir. Sadece bir kısım hastada doğum sırasında beynin zarar görmesi, beyin travması, beyin tümörü gibi zaten var olan bir beyin hastalığına epilepsi eşlik eder.
Uzun süre aç kalmak, stres, uykusuzluk, aşırı alkol- kahve gibi uyarıcı içecek tüketimi epilepsiye yatkınlığı olan kişilerin nöbet geçirmesini kolaylaştırabilir. Bazı ışığa duyarlı epilepsi türlerinde ise bilgisayar, televizyon ekranı gibi parlak ışığa maruziyet de nöbetleri tetikleyebilir. Epilepsi tanısı esas olarak hasta hikayesi ile gözlenen klinik nöbetler ile kesin olarak konur.
Tanıda destekleyici olarak sıklıkla EEG (elektroensefalografi) adı verilen kafatası saçlı derisine elektrotlar yerleştirilerek beynin elektriksel aktivitesinin kaydının alındığı elektrofizyolojik inceleme yöntemi ile radyolojik olarak beyin MR veya beyin tomografisine başvurulur.
Semptomatik olarak başka sebeplere bağlı olduğu düşünülen ve tekrarlayan nöbet riskinin düşük saptandığı hastalarda ilaçsız izlem kararı verilebilirken nöbetin tekrarlama riskinin yüksek olduğu, ileri yaşlı, en az iki klinik nöbeti olduğuna emin olunan hastalarda ilaç tedavisine başlanır. İlaç tedavisini seçerken hastanın ek hastalıkları, nöbet tipi, nöbet sıklığı, kadın ise doğurganlık çağında olması gibi faktörler göz önünde bulundurulur.
İlaç dışı tedavi seçenekleri arasında nöromodülasyon, cerrahi uygulamaları, beyin pili uygulamaları söz konusu olabilir. Epilepsi hastalarının sosyal yaşamlarını derinden etkilemesi açısından araç kullanımı, askerlik muafiyeti, işe giriş uygunluğu, malülen emeklilik gibi konular oldukça önem arz etmekte.
Bu konularda dernek eşliğinde çalışmalar yürütülmektedir.Biz hekimler olarak hasta ve yakınlarına destek olmayı, onları ve genel toplumu bilinçlendirmeyi kendimize görev saymaktayız.
Epilepsi, beynin tamamında veya bir kısmında beyin hücreleri arasında geçici anormal elektiriksel boşalım ile meydana gelen kısa süreli beyin fonksiyon bozukluğudur. Bunun sonucu olarak bilinç değişikliği, bayılma, kısa süreli dalma, boş bakma, yüzde- kol ve bacaklarda kasılma, dişlerde kilitlenme, gözlerde kayma, ağızdan köpük gelmesi ve idrar kaçırma gibi bulgular meydana gelir.
Yüzden fazla epilepsi türü olup hastadan hastaya değişen farklı nöbet tipleri gözlenebilir, hatta bu nöbetlerin bazılarını tanımak her zaman kolay olmayabilir. Hastaların büyük çoğunluğunun nöbet dışı zamanlarda tüm beyin fonksiyonları normaldir. Sadece bir kısım hastada doğum sırasında beynin zarar görmesi, beyin travması, beyin tümörü gibi zaten var olan bir beyin hastalığına epilepsi eşlik eder.
Uzun süre aç kalmak, stres, uykusuzluk, aşırı alkol- kahve gibi uyarıcı içecek tüketimi epilepsiye yatkınlığı olan kişilerin nöbet geçirmesini kolaylaştırabilir. Bazı ışığa duyarlı epilepsi türlerinde ise bilgisayar, televizyon ekranı gibi parlak ışığa maruziyet de nöbetleri tetikleyebilir. Epilepsi tanısı esas olarak hasta hikayesi ile gözlenen klinik nöbetler ile kesin olarak konur.
Tanıda destekleyici olarak sıklıkla EEG (elektroensefalografi) adı verilen kafatası saçlı derisine elektrotlar yerleştirilerek beynin elektriksel aktivitesinin kaydının alındığı elektrofizyolojik inceleme yöntemi ile radyolojik olarak beyin MR veya beyin tomografisine başvurulur.
Semptomatik olarak başka sebeplere bağlı olduğu düşünülen ve tekrarlayan nöbet riskinin düşük saptandığı hastalarda ilaçsız izlem kararı verilebilirken nöbetin tekrarlama riskinin yüksek olduğu, ileri yaşlı, en az iki klinik nöbeti olduğuna emin olunan hastalarda ilaç tedavisine başlanır. İlaç tedavisini seçerken hastanın ek hastalıkları, nöbet tipi, nöbet sıklığı, kadın ise doğurganlık çağında olması gibi faktörler göz önünde bulundurulur.
İlaç dışı tedavi seçenekleri arasında nöromodülasyon, cerrahi uygulamaları, beyin pili uygulamaları söz konusu olabilir. Epilepsi hastalarının sosyal yaşamlarını derinden etkilemesi açısından araç kullanımı, askerlik muafiyeti, işe giriş uygunluğu, malülen emeklilik gibi konular oldukça önem arz etmekte.
Bu konularda dernek eşliğinde çalışmalar yürütülmektedir.Biz hekimler olarak hasta ve yakınlarına destek olmayı, onları ve genel toplumu bilinçlendirmeyi kendimize görev saymaktayız.
UYKU BOZUKLUKLARI
Yaşam süremizin 1/3’ü uykuda geçmekte olup insan vücudunun ve beyninin dinlenip kendini onarması için gereken en temel ihtiyaçlardandır.
Uyku sırasında oluşan sorunların tamamı “uyku bozukluğu” olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda uykusuzluk (insomnia), aşırı uykululuk (hipersomnia), uykuda solunum bozuklukları (uyku apnesi, horlama), huzursuz bacak sendromu, uyku fazı kayması (biyolojik uyku-uyanıklığın sosyal yaşam ile uyumsuz olacak şekilde bozulması), uyurgezerlik, uyku felci ve daha birçok bozukluk sayılabilir.
Bu bozukluklar sonucunda kişilerde ciddi sağlık sorunları (hipertansiyon, diyabet, kalp krizi, obezite, inme, bağışıklık sistemi zayıflığı, vb.) ortaya çıkabileceği gibi dikkat eksikliği, motivasyon kaybı, depresyon gibi psikososyal etkilenmeler de kaçınılmaz olur.
Bazı uyku bozukluklarının tanısı sadece klinik ve hasta hikayesi ile koyulabilirken, bazılarında (uyku apnesi gibi) “polisomnografi (PSG)” adı verilen uyku testine başvurularak öntanı kesinleştirilir. PSG testinde bir gece boyunca hastanın uykusuzu sırasındaki beyin dalgalarının kaydı alınırken eş zamanlı kalp atım hızı ve ritmi, solunum işlevi, kan oksijen seviyesi (satürasyonu) gibi yaşamsal değerler ile eşlik eden horlama, solunum durmaları (apne), istemsiz bacak hareketleri kaydı yapılır.
Bu test çeşitli merkezlerde yatırılarak yapılabildiği gibi taşınabilir cihaz sistemlerinin hastanın evinde kurulması ile kendi yatağında ve günlük doğal uyku süreci içerisinde gerçekleştirilmesi de mümkün olabilmektedir.
Tüm bunların ışığında eğer siz de kendinizde herhangi bir uyku bozukluğu olabileceğini düşünüyor iseniz tanı ve tedavi için size yakın bir nöroloji uzmanına başvurmanızda fayda olacaktır.
Uyku sırasında oluşan sorunların tamamı “uyku bozukluğu” olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda uykusuzluk (insomnia), aşırı uykululuk (hipersomnia), uykuda solunum bozuklukları (uyku apnesi, horlama), huzursuz bacak sendromu, uyku fazı kayması (biyolojik uyku-uyanıklığın sosyal yaşam ile uyumsuz olacak şekilde bozulması), uyurgezerlik, uyku felci ve daha birçok bozukluk sayılabilir.
Bu bozukluklar sonucunda kişilerde ciddi sağlık sorunları (hipertansiyon, diyabet, kalp krizi, obezite, inme, bağışıklık sistemi zayıflığı, vb.) ortaya çıkabileceği gibi dikkat eksikliği, motivasyon kaybı, depresyon gibi psikososyal etkilenmeler de kaçınılmaz olur.
Bazı uyku bozukluklarının tanısı sadece klinik ve hasta hikayesi ile koyulabilirken, bazılarında (uyku apnesi gibi) “polisomnografi (PSG)” adı verilen uyku testine başvurularak öntanı kesinleştirilir. PSG testinde bir gece boyunca hastanın uykusuzu sırasındaki beyin dalgalarının kaydı alınırken eş zamanlı kalp atım hızı ve ritmi, solunum işlevi, kan oksijen seviyesi (satürasyonu) gibi yaşamsal değerler ile eşlik eden horlama, solunum durmaları (apne), istemsiz bacak hareketleri kaydı yapılır.
Bu test çeşitli merkezlerde yatırılarak yapılabildiği gibi taşınabilir cihaz sistemlerinin hastanın evinde kurulması ile kendi yatağında ve günlük doğal uyku süreci içerisinde gerçekleştirilmesi de mümkün olabilmektedir.
Tüm bunların ışığında eğer siz de kendinizde herhangi bir uyku bozukluğu olabileceğini düşünüyor iseniz tanı ve tedavi için size yakın bir nöroloji uzmanına başvurmanızda fayda olacaktır.
BAŞ AĞRISI
Tüm Dünya genelinde sık görülen sağlık problemlerinin başında gelen bir durumdur.
Bir bireyde yaşam boyu görülme sıklığı %90’nın üzerindedir.
En basit tanımı ile baş kısmının belli bir bölümünde veya tamamında görülen ağrı, zonklama, sıkıştırma ve hatta bazen karıncalanma- batma gibi rahatsızlık hissi olarak tanımlanabilir. Başımızın etrafındaki ağrıya duyarlı sinir ve dokuların çeşitli nedenlerle tetiklenmesi baş ağrısına neden olur.
Beynimiz aslında ağrıya duyarlı bir organ değildir. Baş ağrısını algılamamızı esas sağlayan ağrıya duyarlı doku ve organlarımızdır. Bunlar başta beyni besleyen toplar ve atar damarlar olmak üzere, beyin zarı, kulak, burun, sinüs, diş, göz, başımızın etrafındaki ense ve boyun kaslarıdır.
“Baş ağrısı Neden olur?” sorusu için tek bir cevap vermek mümkün değildir. Pek çok farklı nedenlerden dolayı baş ağrısı meydana gelebilir. Meydana gelen baş ağrısı aynı sebepten dolayı da olsa farklı kişilerde farklı şiddet, süre ve bölgede seyredebilir.
Baş ağrıları temel olarak birincil ve ikincil baş ağrıları olarak iki ana başlık altında toplanabilir. Birincil baş ağrılarının kendisi bir hastalıktır ve yaşamı tehdit etmez. Tanı genellikle hasta hikayesi ile ileri inceleme- tetkik gerekmeksizin konur. Tüm baş ağrısı nedenlerinin %90’ını oluşturan gerilim baş ağrısı ve migrene ek olarak küme baş ağrısı, trigeminal nevralji birincil baş ağrılarına örnek olarak sıralanabilir.
Sekonder baş ağrıları ise tüm baş ağrılarının yaklaşık %10’unu oluşturup nedeni belli bir hastalığa bağlı olarak (beyin damar hastalıkları, merkezi sinir sistemi hastalıkları, menenjit, beyin tümörleri, göz hastalıkları, sinüzit gibi) hastalıkların seyrinde semptom olarak ortaya çıkan baş ağrılarıdır. Sekonder baş ağrılarına neden olan durumlar hayati risk oluşturabileceğinden tanıya hızlıca ulaşmak oldukça önemlidir.
Yeni ve ani başlangıçlı çok şiddetli baş ağrılarında, tedaviye yanıtsızlık durumunda, 10 yaşından küçük 50 yaşından büyük bireylerde, gebelik ve doğum sonrası dönemde, eşlik eden bir malignite veya sistemik hastalık olması durumunda, dirençli kusma veya görme bozukluğu eşlik eden baş ağrılarında, efor-ıkınma-öksürme gibi durumlarda ortaya çıkan baş ağrılarında ön planda sekonder baş ağrıları düşünüleceği için en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması önerilir.
En basit tanımı ile baş kısmının belli bir bölümünde veya tamamında görülen ağrı, zonklama, sıkıştırma ve hatta bazen karıncalanma- batma gibi rahatsızlık hissi olarak tanımlanabilir. Başımızın etrafındaki ağrıya duyarlı sinir ve dokuların çeşitli nedenlerle tetiklenmesi baş ağrısına neden olur.
Beynimiz aslında ağrıya duyarlı bir organ değildir. Baş ağrısını algılamamızı esas sağlayan ağrıya duyarlı doku ve organlarımızdır. Bunlar başta beyni besleyen toplar ve atar damarlar olmak üzere, beyin zarı, kulak, burun, sinüs, diş, göz, başımızın etrafındaki ense ve boyun kaslarıdır.
“Baş ağrısı Neden olur?” sorusu için tek bir cevap vermek mümkün değildir. Pek çok farklı nedenlerden dolayı baş ağrısı meydana gelebilir. Meydana gelen baş ağrısı aynı sebepten dolayı da olsa farklı kişilerde farklı şiddet, süre ve bölgede seyredebilir.
Baş ağrıları temel olarak birincil ve ikincil baş ağrıları olarak iki ana başlık altında toplanabilir. Birincil baş ağrılarının kendisi bir hastalıktır ve yaşamı tehdit etmez. Tanı genellikle hasta hikayesi ile ileri inceleme- tetkik gerekmeksizin konur. Tüm baş ağrısı nedenlerinin %90’ını oluşturan gerilim baş ağrısı ve migrene ek olarak küme baş ağrısı, trigeminal nevralji birincil baş ağrılarına örnek olarak sıralanabilir.
Sekonder baş ağrıları ise tüm baş ağrılarının yaklaşık %10’unu oluşturup nedeni belli bir hastalığa bağlı olarak (beyin damar hastalıkları, merkezi sinir sistemi hastalıkları, menenjit, beyin tümörleri, göz hastalıkları, sinüzit gibi) hastalıkların seyrinde semptom olarak ortaya çıkan baş ağrılarıdır. Sekonder baş ağrılarına neden olan durumlar hayati risk oluşturabileceğinden tanıya hızlıca ulaşmak oldukça önemlidir.
Yeni ve ani başlangıçlı çok şiddetli baş ağrılarında, tedaviye yanıtsızlık durumunda, 10 yaşından küçük 50 yaşından büyük bireylerde, gebelik ve doğum sonrası dönemde, eşlik eden bir malignite veya sistemik hastalık olması durumunda, dirençli kusma veya görme bozukluğu eşlik eden baş ağrılarında, efor-ıkınma-öksürme gibi durumlarda ortaya çıkan baş ağrılarında ön planda sekonder baş ağrıları düşünüleceği için en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması önerilir.
MİGREN
Genelde ataklarla seyreden, ömür boyu süren kronik bir rahatsızlıktır.
Tanı koyulmasında laboratuvar veya görüntüleme yöntemi kullanılmaz. Bunlar ancak ikincil baş ağrılarına sebep olan bir neden varlığını dışlamak adına kullanılır.
Her ne kadar migren tanısı için kriterler geliştirilse de klinik pratikte her zaman bunların dört dörtlük olarak karşılandığı görülmez, en yakın baş ağrısı tipi klinisyen tarafından tespit edilip tedaviye yanıt takip edilebilir.
Tipik olarak migren baş ağrıları 4 ile 72 saat arasında süren, zonklayıcı karakterde, genellikle tek taraflı, bulantının eşlik ettiği, bazen de ışık ve sese karşı duyarlılığın arttığı ağrılardır.
Eşlik eden “aura” adı verilen ağrı öncesinde veya sırasında çıkabilen görsel, duysal, motor ya da beyin sapına yönelik geçici fonksiyon bozukluğu sonucu rahatsızlık hissi görülebilir. Migren baş ağrılarının atak ve profilaksi (önleyici) olmak üzere hastaya göre belirlenen iki grup oral tedavisi mevcuttur.
Akut atak tedavilerinde basit ağrı kesiciler, non steroidal antienflamatuar (NSAİ) ilaçlar, dopamin reseptör antagonistler, triptanlar ile yeni nesil ajanlar kullanılır. Atak tedavisinin ağrı başlangıcında alınması oldukça önemli olup ağrının ilerleyen safhalarında alındığında ilaç yanıtının azaldığı gösterilmiştir. Bu noktada ilaç kötüye kullanım baş ağrısının da gelişme riski açısından oldukça dikkatli olunması gerekir.
Profilaksi tedavilerinde ise başta yaşam tarzı değişiklikleri ile günlük hayatın düzenlenmesi olmak üzere, betablokerler, antidepresanlar, kalsiyum kanal blokerleri ve antiepileptik ilaçlar oral tedavi olarak ağrı olsa da olmasa da düzenli olarak belli bir süre kullanılmak üzere başlanır.
Önleyici tedavilerin başlangıcına klinisyen tarafından ağrı sıklığı ve ağrının günlük yaşam aktiviteleri üzerine etkisi değerlendirilerek karar verilir.
Bazı hastalarda ise tüm bu tedavi seçeneklerine rağmen istenilen düzeyde fayda sağlanamaz. O zaman sinir blokajları, Botilinum toksini uygulamaları veya halk arasında “migren aşısı” olarak bilinen yeni nesil ilaç tedavileri ile girişimsel işlemler düşünülebilir. Unutulmamalıdır ki hastalık değil, hasta vardır. Bu nedenle tüm bu tedavi seçenekleri uzman bir nörolog tarafından değerlendirilerek hasta ile birlikte karar verilmelidir.
Her ne kadar migren tanısı için kriterler geliştirilse de klinik pratikte her zaman bunların dört dörtlük olarak karşılandığı görülmez, en yakın baş ağrısı tipi klinisyen tarafından tespit edilip tedaviye yanıt takip edilebilir.
Tipik olarak migren baş ağrıları 4 ile 72 saat arasında süren, zonklayıcı karakterde, genellikle tek taraflı, bulantının eşlik ettiği, bazen de ışık ve sese karşı duyarlılığın arttığı ağrılardır.
Eşlik eden “aura” adı verilen ağrı öncesinde veya sırasında çıkabilen görsel, duysal, motor ya da beyin sapına yönelik geçici fonksiyon bozukluğu sonucu rahatsızlık hissi görülebilir. Migren baş ağrılarının atak ve profilaksi (önleyici) olmak üzere hastaya göre belirlenen iki grup oral tedavisi mevcuttur.
Akut atak tedavilerinde basit ağrı kesiciler, non steroidal antienflamatuar (NSAİ) ilaçlar, dopamin reseptör antagonistler, triptanlar ile yeni nesil ajanlar kullanılır. Atak tedavisinin ağrı başlangıcında alınması oldukça önemli olup ağrının ilerleyen safhalarında alındığında ilaç yanıtının azaldığı gösterilmiştir. Bu noktada ilaç kötüye kullanım baş ağrısının da gelişme riski açısından oldukça dikkatli olunması gerekir.
Profilaksi tedavilerinde ise başta yaşam tarzı değişiklikleri ile günlük hayatın düzenlenmesi olmak üzere, betablokerler, antidepresanlar, kalsiyum kanal blokerleri ve antiepileptik ilaçlar oral tedavi olarak ağrı olsa da olmasa da düzenli olarak belli bir süre kullanılmak üzere başlanır.
Önleyici tedavilerin başlangıcına klinisyen tarafından ağrı sıklığı ve ağrının günlük yaşam aktiviteleri üzerine etkisi değerlendirilerek karar verilir.
Bazı hastalarda ise tüm bu tedavi seçeneklerine rağmen istenilen düzeyde fayda sağlanamaz. O zaman sinir blokajları, Botilinum toksini uygulamaları veya halk arasında “migren aşısı” olarak bilinen yeni nesil ilaç tedavileri ile girişimsel işlemler düşünülebilir. Unutulmamalıdır ki hastalık değil, hasta vardır. Bu nedenle tüm bu tedavi seçenekleri uzman bir nörolog tarafından değerlendirilerek hasta ile birlikte karar verilmelidir.
BAŞ AĞRISINDA SİNİR BLOKAJI
GON Blokajı işlemi medikal tedaviye dirençli migren, gerilim baş ağrıları, ilaç kötüye kullanım baş ağrıları, servikojenik baş ağrıları, oksipital nevralji veya ilaç kullanımının sakıncalı olabildiği gebelik gibi durumlarda
hastalarımızda başvurduğumuz oldukça basit, ağrı oluşumunun tetiklenmesini azaltan bir girişimsel işlemdir.
Açılımı “büyük oksipital sinir blokajı” olan bu işlem, başın arkasından geçen okspital sinirin yerinin tespit edilmesi sonrası sinir hattı boyunca 3 ayrı noktadan lokal anestetik maddelerin enjekte edilmesi ile yapılır. Bu sayede başın ağrı duyusunu algılayan oksipital sinir uyuşturulur, sinirin uyarılarak tetiklenmesinin ve ağrı oluşumunun önüne geçilir.
Toplamda yaklaşık 10 dakika gibi kısa bir sürede, ayakta poliklinik şartlarında uygulanabilen bu işlem deneyimli bir uzman tarafından yapıldığı takdirde yan etki görülme sıklığı oldukça düşüktür.
Vücudun herhangi bir yerine enjeksiyon uygulandığında görülebilecek basit enjeksiyon yeri enfeksiyonları, cilt altı kanama, bayılma hissi, bulantı gibi hafif yan etkiler gözlenebilir.
Enjeksiyon sırasında lokal anestetik maddeler ile birlikte kortikosteroid uygulaması, olası saç dökülmesi yan etkisi açısından terk edilmiştir.
Ağrı tipine ve hastaya göre tek veya iki taraflı uygulanabilen bu işlemin etkisi hemen sonrasındaki yaklaşık 30 dakika içerisinde başlar.
Akut ağrılarda tek seans hızlı ve etkili bir çözüm sağlarken, kronik baş ağrılarının tedavisinde ise 4 hafta boyunca haftada bir tek seans olarak uygulanır. Bu 4 seansın sonunda 3-6 ay arasında ağrı kontrolü sağlanır. Hastanın ağrı şiddeti ve sıklığına göre 2. ayda ek doz uygulaması önerilebilir.
Açılımı “büyük oksipital sinir blokajı” olan bu işlem, başın arkasından geçen okspital sinirin yerinin tespit edilmesi sonrası sinir hattı boyunca 3 ayrı noktadan lokal anestetik maddelerin enjekte edilmesi ile yapılır. Bu sayede başın ağrı duyusunu algılayan oksipital sinir uyuşturulur, sinirin uyarılarak tetiklenmesinin ve ağrı oluşumunun önüne geçilir.
Toplamda yaklaşık 10 dakika gibi kısa bir sürede, ayakta poliklinik şartlarında uygulanabilen bu işlem deneyimli bir uzman tarafından yapıldığı takdirde yan etki görülme sıklığı oldukça düşüktür.
Vücudun herhangi bir yerine enjeksiyon uygulandığında görülebilecek basit enjeksiyon yeri enfeksiyonları, cilt altı kanama, bayılma hissi, bulantı gibi hafif yan etkiler gözlenebilir.
Enjeksiyon sırasında lokal anestetik maddeler ile birlikte kortikosteroid uygulaması, olası saç dökülmesi yan etkisi açısından terk edilmiştir.
Ağrı tipine ve hastaya göre tek veya iki taraflı uygulanabilen bu işlemin etkisi hemen sonrasındaki yaklaşık 30 dakika içerisinde başlar.
Akut ağrılarda tek seans hızlı ve etkili bir çözüm sağlarken, kronik baş ağrılarının tedavisinde ise 4 hafta boyunca haftada bir tek seans olarak uygulanır. Bu 4 seansın sonunda 3-6 ay arasında ağrı kontrolü sağlanır. Hastanın ağrı şiddeti ve sıklığına göre 2. ayda ek doz uygulaması önerilebilir.
BOTİLİNUM TOKSİNİ UYGULAMALARI
Clostridium Botulinum isimli bakteri tarafından üretilen Botilinum toksini kas içine enjekte edildiğinde o kas veya kas gruplarının sinirlerini geçici olarak devre dışı bırakıp istemsiz hareketleri ve aşırı kasılmayı ortadan kaldırır.
Bu etki geçici olup 3-4 ay kadar sürer ve bu süre sonunda kasılmalar tekrar başlayabilir. Bu nedenle enjeksiyonları tekrarlamak gereklidir.
Gebe ve emzirenlerde kullanılması önerilmez. Günümüzde daha çok kozmetik amaçla kullanımı ön planda olsa da nörolojide de tedavi amaçlı kullanımı alanı oldukça geniştir.
Göz çevresindeki kasların istemsiz kasılması sonucu göz kapaklarında kapanmaya yol açan nörolojik hastalık olan blefarospasm, fasial sinirde anormal elektiriksel aktivite sonucu yüzün bir yarısında ve boyunda oluşan istemsiz kasılmaların oluştuğu nörolojik hastalık olan hemifasyal spasm, vücudun belli bölgesinde özellikle boyun bölgesinde ortaya çıkan istemsiz kasılma ve dönme ile karakterize hastalık olan distoni, spastisite (Serebral palsi, inme, Multiple Skleroz gibi nörolojik hastalıklarda nöronal hasarlanma sonucu ortaya çıkan kas güçsüzlüğü ve inhibisyonun ortadan kalkmasına bağlı anormal aşırı kasılma ile giden klinik tablo) botilinum toksininin nörolojik kullanım alanlarından sayılabilir.
Ek olarak bruksizm (diş gıcırdatma), terleme ve tremor da Botilinum toksinin kullanıldığı durumlardır. Kronik migren hastalarında, en az 3 ay süre boyunca ayda 15 gün veya daha fazla baş ağrısı olduğunda, ağrı sıklığı ve şiddeti günlük yaşamı belirgin olarak olumsuz etkilediğinde ilaç tedavisine ek olarak veya ilaç kötüye kullanım baş ağrısı gelişen hastalarda medikal tedavi seçeneği kısıtlandığında migren Botilinum toksini uygulaması yapılabilir. Yüzde alın bölgesine, her iki şakaklardaki temporal kaslara, baş arkası, ense ve boyun kaslarına iki taraflı simetrik olarak toplam 31 noktaya Botilinum toksini ince uçlu iğneler ile enjeksiyonu uygulanır. Toplamda 2 şişe (155 Ünite) Botilinum toksini kullanılır.
Enjeksiyon işlemi yaklaşık 15 dakika kadar sürer, sonrasında hasta rahatlıkla günlük hayatına devam edebilir. Etkisi uygulamadan sonraki 10 ila 15 gün içerisinde ortaya çıkar. Uygulanan Botilinum toksini preparatına ve hastaya göre değişmekle birlikte genellikle tek bir Botilinum toksini uygulaması yaklaşık 3-4 ay arası etkili olur. Ağrı kontrolü sağlanana kadar ilk yıl 3-4 ay arası doz tekrarı yapılması önerilir. Sonrasında ise ağrı hedefimize ulaşıldığı takdirde 6 aylık aralıklarla uygulamalara devam edilebilir.
Bu etki geçici olup 3-4 ay kadar sürer ve bu süre sonunda kasılmalar tekrar başlayabilir. Bu nedenle enjeksiyonları tekrarlamak gereklidir.
Gebe ve emzirenlerde kullanılması önerilmez. Günümüzde daha çok kozmetik amaçla kullanımı ön planda olsa da nörolojide de tedavi amaçlı kullanımı alanı oldukça geniştir.
Göz çevresindeki kasların istemsiz kasılması sonucu göz kapaklarında kapanmaya yol açan nörolojik hastalık olan blefarospasm, fasial sinirde anormal elektiriksel aktivite sonucu yüzün bir yarısında ve boyunda oluşan istemsiz kasılmaların oluştuğu nörolojik hastalık olan hemifasyal spasm, vücudun belli bölgesinde özellikle boyun bölgesinde ortaya çıkan istemsiz kasılma ve dönme ile karakterize hastalık olan distoni, spastisite (Serebral palsi, inme, Multiple Skleroz gibi nörolojik hastalıklarda nöronal hasarlanma sonucu ortaya çıkan kas güçsüzlüğü ve inhibisyonun ortadan kalkmasına bağlı anormal aşırı kasılma ile giden klinik tablo) botilinum toksininin nörolojik kullanım alanlarından sayılabilir.
Ek olarak bruksizm (diş gıcırdatma), terleme ve tremor da Botilinum toksinin kullanıldığı durumlardır. Kronik migren hastalarında, en az 3 ay süre boyunca ayda 15 gün veya daha fazla baş ağrısı olduğunda, ağrı sıklığı ve şiddeti günlük yaşamı belirgin olarak olumsuz etkilediğinde ilaç tedavisine ek olarak veya ilaç kötüye kullanım baş ağrısı gelişen hastalarda medikal tedavi seçeneği kısıtlandığında migren Botilinum toksini uygulaması yapılabilir. Yüzde alın bölgesine, her iki şakaklardaki temporal kaslara, baş arkası, ense ve boyun kaslarına iki taraflı simetrik olarak toplam 31 noktaya Botilinum toksini ince uçlu iğneler ile enjeksiyonu uygulanır. Toplamda 2 şişe (155 Ünite) Botilinum toksini kullanılır.
Enjeksiyon işlemi yaklaşık 15 dakika kadar sürer, sonrasında hasta rahatlıkla günlük hayatına devam edebilir. Etkisi uygulamadan sonraki 10 ila 15 gün içerisinde ortaya çıkar. Uygulanan Botilinum toksini preparatına ve hastaya göre değişmekle birlikte genellikle tek bir Botilinum toksini uygulaması yaklaşık 3-4 ay arası etkili olur. Ağrı kontrolü sağlanana kadar ilk yıl 3-4 ay arası doz tekrarı yapılması önerilir. Sonrasında ise ağrı hedefimize ulaşıldığı takdirde 6 aylık aralıklarla uygulamalara devam edilebilir.
BAŞ DÖNMESİ (VERTİGO)
Nöroloji pratiğinde karşılaştığımız en sık poliklinik başvuru nedenlerinden olan “baş dönmesi” kişinin kendisinin veya çevresindeki nesnelerin dönüyormuş gibi hissetmesi durumu olarak tanımlanır.
Baş dönmesi bir hastalık değil, bir semptom olup beyin- merkezi sinir sistemi ilişkili (santral vertigo) veya bunlar dışı nedenlere (periferik vertigo) bağlı olarak birçok farklı etmenden kaynaklanabilir.
Periferik vertigo nedenleri arasında iç kulak problemleri, tansiyon düzensizliği, anemi, vitamin eksikliği, kan şekeri düşüklüğü, susuz kalmak (dehidratasyon), stres, uykusuzluk, bazı ilaç yan etkileri sayılabilir.
Santral vertigo nedenleri ise beyin damar hastalıkları (kanama veya inme), beyin-beyincik iltihabı, beyin tümörleri, vestibüler migren, parkinson, epilepsi, multipl skleroz gibi nörolojik kaynaklıdır. Bu klinik durumların ayrımında Kulak Burun Boğaz (KBB) ile Nöroloji uzmanları beraber hareket ederek tanıya yönelik araştırma yaparlar. Bazı durumlarda tetkiklerle net gösterilen bir patoloji saptanamaz ve semptoma yönelik tedavi verilerek esas tanıya ulaşılır.
Periferik vertigo nedenleri arasında iç kulak problemleri, tansiyon düzensizliği, anemi, vitamin eksikliği, kan şekeri düşüklüğü, susuz kalmak (dehidratasyon), stres, uykusuzluk, bazı ilaç yan etkileri sayılabilir.
Santral vertigo nedenleri ise beyin damar hastalıkları (kanama veya inme), beyin-beyincik iltihabı, beyin tümörleri, vestibüler migren, parkinson, epilepsi, multipl skleroz gibi nörolojik kaynaklıdır. Bu klinik durumların ayrımında Kulak Burun Boğaz (KBB) ile Nöroloji uzmanları beraber hareket ederek tanıya yönelik araştırma yaparlar. Bazı durumlarda tetkiklerle net gösterilen bir patoloji saptanamaz ve semptoma yönelik tedavi verilerek esas tanıya ulaşılır.
BEYİN DAMAR HASTALIKLARI
İnsan vücudunun diğer tüm bölümlerinde olduğu gibi beyni de kalpten pompalanan temiz kan ile besleyen atar damarlar ve beyinden gelen kirli kanı kalbe geri ulaştıran toplar damarlardan oluşan vasküler sistem adı verilen damarsal ağ sistemi mevcuttur.
Serebrovasküler yani beyin damar hastalıkları beyin ile ilişkili bu damar sisteminin herhangi bir yerinde tromboz adı verilen pıhtı oluşumu veya çoğu zaman yüksek kan basıncının eşlik ettiği kanama meyadana gelmesi sonucu beyin dokusunun hasarı ile giden hastalıklar grubudur.
Klinik olarak baş dönmesi, konuşma bozukluğu, kol ve/veya bacaklarda kuvvet kaybı, uyuşma, hissizlik, görme kaybı ve hatta şuur bozukluğuna kadar uzanan; damar sulama alanına ve etkilenen beyin dokusuna göre değişen çok geniş bir yelpaze gözlenebilir.
Tanıda muayene bulguları esas olurken beyin tomografisi, beyin MR’ı ile damarsal görüntüleme yapan anjiyografik görüntülemelere sıklıkla başvurulur.Klinik tablo çeşidine göre özürleyici ve hatta ölümcül olabileceği için tanıya kadar geçen süre oldukça önem taşır.
Serebrovasküler yani beyin damar hastalıkları beyin ile ilişkili bu damar sisteminin herhangi bir yerinde tromboz adı verilen pıhtı oluşumu veya çoğu zaman yüksek kan basıncının eşlik ettiği kanama meyadana gelmesi sonucu beyin dokusunun hasarı ile giden hastalıklar grubudur.
Klinik olarak baş dönmesi, konuşma bozukluğu, kol ve/veya bacaklarda kuvvet kaybı, uyuşma, hissizlik, görme kaybı ve hatta şuur bozukluğuna kadar uzanan; damar sulama alanına ve etkilenen beyin dokusuna göre değişen çok geniş bir yelpaze gözlenebilir.
Tanıda muayene bulguları esas olurken beyin tomografisi, beyin MR’ı ile damarsal görüntüleme yapan anjiyografik görüntülemelere sıklıkla başvurulur.Klinik tablo çeşidine göre özürleyici ve hatta ölümcül olabileceği için tanıya kadar geçen süre oldukça önem taşır.
MULTİPL SKLEROZ VE BENZERİ DEMİYELİZAN HASTALIKLAR
Merkezi ve periferik sinir sistemine ait sinir hücreleri arası elektriksel iletimi hızlandıran miyelinin hasarı sonucu sinir hücrelerinin birbiriyle sinyal iletimi bozulur.
Bu da etkilenen sinir hücrelerinin fonksiyonuna göre çeşitli nörolojik sorunlar doğurur.
Otoimmün (vücudun bağışıklık sisteminin gereğinden fazla çalışarak kendi dokularını yabancı olarak algılaması ve saldırması) olarak miyelin hasarı ile giden hastalıklara genel olarak “demiyelizan hastalıklar” denilmekte olup bunlar arasında toplumda da en çok duyulanı “Multiple Skleroz (MS)” hastalığıdır.
Ms hastalığı genellikle 20-40 yaş arasında ortaya çıkan ve ataklar halinde ilerleyici ve özürleyici seyredebilen bir hastalıktır. Beyin ve omurilikten oluşan santral sinir sisteminin inflamasyon sonucu miyelin kılıf hasarı ile gider. Yüz, kol ve bacakta güç kaybı, uyuşma, dengesizlik, baş dönmesi, görme kaybı gibi yakınmalar ile gelebilen hastalar için atak süresi en az 48 saat sürmektedir. MS hastalığının farklı klinik tipleri mevcuttur.
En sık görülen tipinde meydana gelen yakınmalar tamamen veya kısmen düzelebilirken sonrasında yıllar içerisinde yeni gelişen ataklar görülebilir. Tanı için beyin, servikal, torakal MR görüntülemelerinin yanısıra beyin omurilik sıvısından (BOS) bakılan oligoklonal band ve IgG indeks değerlerinin hesaplanmasına başvurulur.
Tedavi seçenekleri hastalığın ilk tanımlandığı yıllara göre oldukça çeşitlenmiş olup profilaksi (önleyici) tedaviler hastalığın seyrine göre belirlenir. Bu tedaviler oral, subkutan ya da intravenöz olarak uygulanabilir. İmmünmodülatör, monoklonal antikor veya immünsupresif ajanlar tedavide kullanılabilir. Atak dönemlerinde ise klinisyen kararı ile iv metilprednizolon (kortizon) tedavisi verilir. Düzenli olarak uzman nörolog tarafından takibi gereken bu hastalık için takiplerde kontrol görüntülemelere başvurularak beynin “demiyelizan plak” yüküne ve hastanın klinik durumuna göre tedavide basamak değişikliği planlanabilir.
Nöromiyelitis optica (NMO), MOG antikoru ile ilişkili hastalık, ADEM gibi otoimmün etkili başka demiyelizan hastalıklar da mevcuttur. Ayrıca inflamatuar olarak miyelin hasarı ile giden hastalıklar da benzer klinik tablo ve mr görüntüleri ile ayrıcı tanılarda yer alabilir.
Otoimmün (vücudun bağışıklık sisteminin gereğinden fazla çalışarak kendi dokularını yabancı olarak algılaması ve saldırması) olarak miyelin hasarı ile giden hastalıklara genel olarak “demiyelizan hastalıklar” denilmekte olup bunlar arasında toplumda da en çok duyulanı “Multiple Skleroz (MS)” hastalığıdır.
Ms hastalığı genellikle 20-40 yaş arasında ortaya çıkan ve ataklar halinde ilerleyici ve özürleyici seyredebilen bir hastalıktır. Beyin ve omurilikten oluşan santral sinir sisteminin inflamasyon sonucu miyelin kılıf hasarı ile gider. Yüz, kol ve bacakta güç kaybı, uyuşma, dengesizlik, baş dönmesi, görme kaybı gibi yakınmalar ile gelebilen hastalar için atak süresi en az 48 saat sürmektedir. MS hastalığının farklı klinik tipleri mevcuttur.
En sık görülen tipinde meydana gelen yakınmalar tamamen veya kısmen düzelebilirken sonrasında yıllar içerisinde yeni gelişen ataklar görülebilir. Tanı için beyin, servikal, torakal MR görüntülemelerinin yanısıra beyin omurilik sıvısından (BOS) bakılan oligoklonal band ve IgG indeks değerlerinin hesaplanmasına başvurulur.
Tedavi seçenekleri hastalığın ilk tanımlandığı yıllara göre oldukça çeşitlenmiş olup profilaksi (önleyici) tedaviler hastalığın seyrine göre belirlenir. Bu tedaviler oral, subkutan ya da intravenöz olarak uygulanabilir. İmmünmodülatör, monoklonal antikor veya immünsupresif ajanlar tedavide kullanılabilir. Atak dönemlerinde ise klinisyen kararı ile iv metilprednizolon (kortizon) tedavisi verilir. Düzenli olarak uzman nörolog tarafından takibi gereken bu hastalık için takiplerde kontrol görüntülemelere başvurularak beynin “demiyelizan plak” yüküne ve hastanın klinik durumuna göre tedavide basamak değişikliği planlanabilir.
Nöromiyelitis optica (NMO), MOG antikoru ile ilişkili hastalık, ADEM gibi otoimmün etkili başka demiyelizan hastalıklar da mevcuttur. Ayrıca inflamatuar olarak miyelin hasarı ile giden hastalıklar da benzer klinik tablo ve mr görüntüleri ile ayrıcı tanılarda yer alabilir.
PERİFERİK SİNİR HASTALIKLARI
Periferik sinirler, vücudun belli bölümlerinden aldıkları sinyallari taşırlar. Periferik sinir hastalıkları ise vücuttan gelen sinyalleri taşıyan sinirlerin çeşitli nedenlerle hasar görmesiyle ortaya çıkar.
Periferik sinirler beyni ve omuriliği kaslara, cilde ve iç organlara bağlayan karmaşık bir ağ oluştururlar. Bu sinirlerin hasar görmesi, beyin ile vücudun diğer bölümleri arasındaki iletişimi kesintiye uğratarak kas hareketlerini zayıflatabilir, kol ve bacaklardaki normal hissi önleyerek karıncalanma, keçeleşme, hissizlik, yanma, batma, ağrı gibi yakınmalara yol açabilir.
Periferik sinir hastalıklarının ortaya çıkma nedenleri arasında travmatik yaralanmalar, enfeksiyonlar, metabolik sorunlar, kalıtsal nedenler ve toksin maruziyeti sayılabilir. Bu nedenlere ek olarak en yaygın görülen periferik sinir hastalıklarından olan diyabet hastalığı gelir.
Anatomik yapısı nedeniyle bazı vücut bölgelerinde çeşitli sinirlerin tuzaklanması veya sıkışması olarak adlandırdığımız sendromlar meydana gelir Omuz bölgesinde torasik çıkış sendromu ve supraskapular sinir sıkışması görülebilir.
Ellerde bilek seviyesinden aşağıya doğru ilk üç parmakta uyuşma ile kendini gösteren median sinirin, el bileğinden geçerken o bölgedeki diğer tendon ve bağ dokuları tarafından sıkışması olup karpal tünel sendromu olarak adlandırılır. Dirsek bölgesinde ulnar sinirin tuzaklanması ile kübital tünel sendromu görülür ki bu hastalar da çoğunlukla dirsekten aşağıya yüzük ve serçe parmaklara uyuşmadan yakınarak başvurur.
Ulnar sinirin el bileği seviyesinde gerçekleşen tuzaklanmasında ise guyon kanalı sendromu söz konusu olur. Üst bacak dış yan ön yüzünde pantolon cebi hizasında meydana gelen ağrı, uyuşma, batma şeklinde temas ile artan rahatsızlık hissi ile bulgu veren mareljiya parestetika; ayağı bilekten kendimize çekmemizi sağlayan kas grubunda güç kaybı ve sonucunda düşük ayak görülebilen alt bacak dış yan yüzünde dizden aşağı uyuşma his kaybı ile peroneal sinir sıkışması görülebilir.
Tarsal tünel sendromu ise daha çok uzun süre ayakta duran bireylerde ayak bileğinden aşağıya ayak tabanında görülen uyuşma hissizlik ağrı hissi ile bulgu veren tibial sinirin tuzak nöropati tablosudur. Omurilikten çıkıp vertebralar arasından geçen sinirlerde yaşanan problemler sonucunda özellikle boyun ve bel bölgesi fıtıklarına dair kol ve bacak ağrı, uyuşması, hatta bazen güç kaybı görülebilir. Bu omurilik sinirlerine ve köklerine dair sorunların tespitinde MR ve EMG incelemelerinden faydalanılabilir.
Periferik sinirler beyni ve omuriliği kaslara, cilde ve iç organlara bağlayan karmaşık bir ağ oluştururlar. Bu sinirlerin hasar görmesi, beyin ile vücudun diğer bölümleri arasındaki iletişimi kesintiye uğratarak kas hareketlerini zayıflatabilir, kol ve bacaklardaki normal hissi önleyerek karıncalanma, keçeleşme, hissizlik, yanma, batma, ağrı gibi yakınmalara yol açabilir.
Periferik sinir hastalıklarının ortaya çıkma nedenleri arasında travmatik yaralanmalar, enfeksiyonlar, metabolik sorunlar, kalıtsal nedenler ve toksin maruziyeti sayılabilir. Bu nedenlere ek olarak en yaygın görülen periferik sinir hastalıklarından olan diyabet hastalığı gelir.
Anatomik yapısı nedeniyle bazı vücut bölgelerinde çeşitli sinirlerin tuzaklanması veya sıkışması olarak adlandırdığımız sendromlar meydana gelir Omuz bölgesinde torasik çıkış sendromu ve supraskapular sinir sıkışması görülebilir.
Ellerde bilek seviyesinden aşağıya doğru ilk üç parmakta uyuşma ile kendini gösteren median sinirin, el bileğinden geçerken o bölgedeki diğer tendon ve bağ dokuları tarafından sıkışması olup karpal tünel sendromu olarak adlandırılır. Dirsek bölgesinde ulnar sinirin tuzaklanması ile kübital tünel sendromu görülür ki bu hastalar da çoğunlukla dirsekten aşağıya yüzük ve serçe parmaklara uyuşmadan yakınarak başvurur.
Ulnar sinirin el bileği seviyesinde gerçekleşen tuzaklanmasında ise guyon kanalı sendromu söz konusu olur. Üst bacak dış yan ön yüzünde pantolon cebi hizasında meydana gelen ağrı, uyuşma, batma şeklinde temas ile artan rahatsızlık hissi ile bulgu veren mareljiya parestetika; ayağı bilekten kendimize çekmemizi sağlayan kas grubunda güç kaybı ve sonucunda düşük ayak görülebilen alt bacak dış yan yüzünde dizden aşağı uyuşma his kaybı ile peroneal sinir sıkışması görülebilir.
Tarsal tünel sendromu ise daha çok uzun süre ayakta duran bireylerde ayak bileğinden aşağıya ayak tabanında görülen uyuşma hissizlik ağrı hissi ile bulgu veren tibial sinirin tuzak nöropati tablosudur. Omurilikten çıkıp vertebralar arasından geçen sinirlerde yaşanan problemler sonucunda özellikle boyun ve bel bölgesi fıtıklarına dair kol ve bacak ağrı, uyuşması, hatta bazen güç kaybı görülebilir. Bu omurilik sinirlerine ve köklerine dair sorunların tespitinde MR ve EMG incelemelerinden faydalanılabilir.
KAS HASTALIKLARI
Kas hastalıkları, ilerleyici güçsüzlük ve kas kütlesi kaybına neden olan çok çeşitli bir grup hastalığı içerir.
Vücudumuzun motor hareketlerini sağlayan kaslar başımızda yüzden, el ve ayak parmaklarına kadar her yerde olduğu gibi; solunum, yutma, konuşma, kalp gibi birçok hayati ve sosyal işlevlerde de rol alır.
Bu nedenle kas hastalığı tipine göre bunların her birinde ayrı ayrı veya birlikte sorunlar görülebilir.
Kas hastalıklarına sebep olan etmenler kalıtımsal, genetik, enfeksiyöz, toksik, inflamatuar, nöronal ve endokrin bozukluk gibi çok çeşitli nedenle olabilir. Akraba evlilikleri kas hastalıklarının görülme sıklığını muhakkak ki artıran bir faktördür. Aile bireylerinde hastalık bulunmayan kişilerde de kas hastalığı olabilir.
Kas hastalıklarının belirtileri sık düşmek, çömelip kalkmada güçlük çekmek, parmak ucunda yürüme, kramplar, kaslarda güçsüzlük, solunum- yutma sorunları, görme problemleri, kaslarda erime, göz kapağı düşüklüğü şeklinde olabilir.
Direk kasın kendisi kaynaklı hastalıklar olduğu gibi Miyastenia Gravis gibi kas ile sinir arasındaki kavşaktaki soruna bağlı gelişen hastalıklar veya beyin-kas arası iletişimi sağlayan motor nöron adı verilen sinir hücrelerinde dejenerasyon ile meydana gelen motor nöron hastalıkları (ALS) da bu gruba girer.
Kas hastalıklarının tespitinde öncelikle kas güçlerinin, reflekslerin ve hareket koordinasyonunun değerlendirildiği nörolojik muayene esas olup tanıda destekçi ve yol gösterici olarak kan tahlili (CK-kreatin kinaz), EMG (sinir ileti incelemeleri), kas dokusuna ait MR görüntülemesine ve bazen kas biyopsisine başvurulabilir. Tedavi seçenekleri ise kas hastalığının kendisine göre belirlenmekte olup bazıları doğuştan gelen bulgular ile ömür boyu ilerlemeden kalırken, bazıları ilerleyici olup hayati fonksiyonları etkileyecek klinik tablolara yol açabilir.
Kas hastalıklarına sebep olan etmenler kalıtımsal, genetik, enfeksiyöz, toksik, inflamatuar, nöronal ve endokrin bozukluk gibi çok çeşitli nedenle olabilir. Akraba evlilikleri kas hastalıklarının görülme sıklığını muhakkak ki artıran bir faktördür. Aile bireylerinde hastalık bulunmayan kişilerde de kas hastalığı olabilir.
Kas hastalıklarının belirtileri sık düşmek, çömelip kalkmada güçlük çekmek, parmak ucunda yürüme, kramplar, kaslarda güçsüzlük, solunum- yutma sorunları, görme problemleri, kaslarda erime, göz kapağı düşüklüğü şeklinde olabilir.
Direk kasın kendisi kaynaklı hastalıklar olduğu gibi Miyastenia Gravis gibi kas ile sinir arasındaki kavşaktaki soruna bağlı gelişen hastalıklar veya beyin-kas arası iletişimi sağlayan motor nöron adı verilen sinir hücrelerinde dejenerasyon ile meydana gelen motor nöron hastalıkları (ALS) da bu gruba girer.
Kas hastalıklarının tespitinde öncelikle kas güçlerinin, reflekslerin ve hareket koordinasyonunun değerlendirildiği nörolojik muayene esas olup tanıda destekçi ve yol gösterici olarak kan tahlili (CK-kreatin kinaz), EMG (sinir ileti incelemeleri), kas dokusuna ait MR görüntülemesine ve bazen kas biyopsisine başvurulabilir. Tedavi seçenekleri ise kas hastalığının kendisine göre belirlenmekte olup bazıları doğuştan gelen bulgular ile ömür boyu ilerlemeden kalırken, bazıları ilerleyici olup hayati fonksiyonları etkileyecek klinik tablolara yol açabilir.
EMG (ELEKTROMİYOGRAFİ)
Elektromiyografi (EMG), sinir hücrelerinin (motor nöronlar) sağlığını ve fonksiyonunu değerlendirmek için sinir ve kasların uyarılarak bunların yanıtının ve elektriksel aktivitesinin ölçüldüğü elektrofizyolojik bir yöntemdir.
EMG tetkiki sayesinde hastanın yaşadığı sorunun kaynağının kaslardan mı, yoksa kaslara sinyal taşıyan sinirlerden mi olduğu belirlenebilir. Hastayı fazla rahatsız etmeyecek şiddette elektrik akımı ile sinirler uyarılarak fonksiyonları ve kasların da bu uyarı deşarjı ile ortaya çıkardıkları elektriksel potansiyeller ölçülür.
Sıklıkla bel ve boyun fıtıklarının, uç sinirlerin belli noktalarda sıkışmasının neden olduğu ağrılı durumlarda ve his kusurlarında (yanma, karıncalanma, kaşıntı hissi), kol ve bacak güçsüzlüklerinin görüldüğü bazı durumlarda, sınırlı veya yaygın kas erimelerinde sinir ve kasların ne kadar zarar gördüğünü ölçmek amacıyla kullanılır. EMG incelemesi, süresi değişebilmekle birlikte yaklaşık 20 dakika ile 2 saat arasında sürebilen bir incelemedir. İğneli veya iğnesiz olarak sadece elektrik uyarımı ile yapılabilir. İğneli emg çekiminde elektrik uyarımı tamamlandıktan sonra ikinci aşama olarak belli kaslara iğne ucu ile girilerek kasın dinlenme, hafif kasılma ve kuvvetli kasılma sırasındaki elektriksel aktivitesi ölçülür.
- Sinirlerin fonksiyonlarını bozan hastalıkların teşhisi (Guillan Barre, paraneoplastik hastalıklar, diabetes mellitus ve vaskülit gibi hastalıklar)
- Kas hastalıkları tanısında
- Bel ve boyun fıtığında sinir köküne bağlı hasarın tespitinde
- Tuzak nöropatileri (Karpal tünel, kübital tünel, tarsal tünel) dediğimiz sinir sıkışmalarının tespitinde
- Motor Nöron Hastalığı tanısında
- Miyastenia gravis gibi kas sinir kavşağı hastalıklarının tanısında destekleyici
- Sinir kesilerinde etkilenen sinirlerin değerlendirilmesinde
- Tok olmanız tercih edilir.
- Düzenli olarak kullanmakta olduğunuz ilaçlar varsa bunları almanızda sakınca yoktur. İğne ile yapılacak EMG işlemlerinde kan sulandırıcı kullanıyor iseniz, kan pıhtılaşması ile ilgili bozukluğunuz varsa bunu tetkik öncesinde mutlaka hekiminize bildiriniz.
- Giyeceğiniz kıyafetin gerektiğinde üst kısmı omuzlara, alt kısmı kalçaya kadar sıyrılabilecek bollukta olmalıdır. Bu nedenle rahat bir giysi giymeniz çekiminizi kolaylaştıracaktır. Mümkünse üzerinizde herhangi bir ziynet eşyası bulundurmayınız. Öncesinde vücuda krem, yağlı losyon kullanılmaması gerekir
- Tetkik sırasında cep telefonunuzu kendinizden uzak bir alanda ve kapalı tutunuz.
- Kalp pili taşıyorsanız inceleme öncesi hekiminize mutlaka belirtiniz.
- Hepatit B, Hepatit C ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklardan herhangi birine sahipseniz, diabet ve yüksek tansiyon gibi hastalıklarınız varsa mutlaka tetkiki yapacak hekime belirtiniz.
Neden İstenir ?
Sıklıkla bel ve boyun fıtıklarının, uç sinirlerin belli noktalarda sıkışmasının neden olduğu ağrılı durumlarda ve his kusurlarında (yanma, karıncalanma, kaşıntı hissi), kol ve bacak güçsüzlüklerinin görüldüğü bazı durumlarda, sınırlı veya yaygın kas erimelerinde sinir ve kasların ne kadar zarar gördüğünü ölçmek amacıyla kullanılır. EMG incelemesi, süresi değişebilmekle birlikte yaklaşık 20 dakika ile 2 saat arasında sürebilen bir incelemedir. İğneli veya iğnesiz olarak sadece elektrik uyarımı ile yapılabilir. İğneli emg çekiminde elektrik uyarımı tamamlandıktan sonra ikinci aşama olarak belli kaslara iğne ucu ile girilerek kasın dinlenme, hafif kasılma ve kuvvetli kasılma sırasındaki elektriksel aktivitesi ölçülür.
EMG hangi durumda gereklidir?
- Sinirlerin fonksiyonlarını bozan hastalıkların teşhisi (Guillan Barre, paraneoplastik hastalıklar, diabetes mellitus ve vaskülit gibi hastalıklar)
- Kas hastalıkları tanısında
- Bel ve boyun fıtığında sinir köküne bağlı hasarın tespitinde
- Tuzak nöropatileri (Karpal tünel, kübital tünel, tarsal tünel) dediğimiz sinir sıkışmalarının tespitinde
- Motor Nöron Hastalığı tanısında
- Miyastenia gravis gibi kas sinir kavşağı hastalıklarının tanısında destekleyici
- Sinir kesilerinde etkilenen sinirlerin değerlendirilmesinde
EMG Çekimine Gelirken Nelere Dikkat Etmelisiniz ?
- Tok olmanız tercih edilir.
- Düzenli olarak kullanmakta olduğunuz ilaçlar varsa bunları almanızda sakınca yoktur. İğne ile yapılacak EMG işlemlerinde kan sulandırıcı kullanıyor iseniz, kan pıhtılaşması ile ilgili bozukluğunuz varsa bunu tetkik öncesinde mutlaka hekiminize bildiriniz.
- Giyeceğiniz kıyafetin gerektiğinde üst kısmı omuzlara, alt kısmı kalçaya kadar sıyrılabilecek bollukta olmalıdır. Bu nedenle rahat bir giysi giymeniz çekiminizi kolaylaştıracaktır. Mümkünse üzerinizde herhangi bir ziynet eşyası bulundurmayınız. Öncesinde vücuda krem, yağlı losyon kullanılmaması gerekir
- Tetkik sırasında cep telefonunuzu kendinizden uzak bir alanda ve kapalı tutunuz.
- Kalp pili taşıyorsanız inceleme öncesi hekiminize mutlaka belirtiniz.
- Hepatit B, Hepatit C ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklardan herhangi birine sahipseniz, diabet ve yüksek tansiyon gibi hastalıklarınız varsa mutlaka tetkiki yapacak hekime belirtiniz.
EEG (ELEKTROENSEFALOGRAFİ)
Elektroensefalografi (EEG) beyin dalgaları aktivitesini elektriksel olarak ölçen bir yöntemdir. Beyindeki sinir hücreleri tarafından üretilen elektriksel dalgaları kaydeden EEG cihazı, beyindeki işlevsel bozuklukların olup olmadığını ve yerini tespit eder. Gümüş veya altın içerikli alaşımdan yapılmış elektrotların (ince kabloların) jel yardımıyla kafaya yapıştırılmasıyla yapılan test çok sayıda nörolojik hastalık hakkında fikir sahibi olmak için yapılmaktadır.
- Epilepsi (sara) hastalığının teşhisi ve takibinde
- Beyin iltihabı hastalıklarının teşhisinde
- Uyku bozukluğu hastalıklarının teşhisinde
- Zihinsel engellilik, öğrenme güçlüğü, zihinsel gelişme geriliği
- Bilinç bulanıklığı veya kaybı ile seyreden psikiyatrik hastalıkların ayrıcı tanısında
EEG testinde pasta denilen macun veya jel yardımı ile iletkenliği yüksek elektrotlar (ince kablolar ve teller), saçlı deriye yapıştırılmaktadır.
Standart EEG testinin süresi 20 dakika kadar sürmektedir. Bazen hastalığın teşhisinin konulması için bu testin süresi uzatılmaktadır. Özellikle uykuda gerçekleşen nöbetlerin tanısında EEG çekimi uzatılmakta ve hastanın uyuması sağlanmaktadır. Bazı hastalarda ise EEG birkaç gün sürmektedir ve buna hastanın video kaydı da eşlik etmektedir. Bu işleme video-EEG denilmekte ve özellikle epilepsinin ayrıcı tanısında veya epilepsi cerrahisi öncesinde kullanılmaktadır.
Rutin EEG çekimi sırasında nöbetleri daha iyi kaydetmek ve beynin elektriksel tepkilerini ölçmek için birkaç ardışık işlem uygulanmakta ve kaydedilmektedir. Bunlar, EEG çekimi sırasında gözlerin açılıp kapatılması, derin nefes alma ve çekim sırasında gözlere ışık uyarıları verilmesidir. Bu işlemleri EEG çekimini yapan teknisyen, hastaya komutlar vererek gerçekleştirilmektedir. Böylece beynin bu durumlara vermiş olduğu tepki bilgisayar ortamına dalgalar şeklinde kaydedilmekte ve beyin fonksiyonları ölçülmektedir.
-Saçlı derinin temiz ve yıkanmış olması gerekmektedir. Deri iletkenliğini olumsuz etkileyecek yağ ve kir katmanları olmamalıdır. Testin yapılacağı gün jöle ya da saç kremi gibi ürünler kullanılmamalıdır.
-EEG testi öncesinde alkol, uyku ilacı ya da sakinleştirici alınmaz. Özellikle testten 6 saat önce kahve içilmemesi gerekir.
-Daha önceden yapılmış bazı testlerin sonuçları ve diğer radyolojik incelemeler getirilmelidir.
-Hepatit ya da AIDS gibi kan yolu ile bulaşan hastalıklar ile COVİD-19 şüphesi varsa nörofizyoloğa inceleme öncesinde durum kesinlikle anlatılmalıdır.
-İşlem öncesinde kullanılan ilaçlar söylenmelidir.
EEG Hangi Durumlarda Gereklidir ?
- Epilepsi (sara) hastalığının teşhisi ve takibinde
- Beyin iltihabı hastalıklarının teşhisinde
- Uyku bozukluğu hastalıklarının teşhisinde
- Zihinsel engellilik, öğrenme güçlüğü, zihinsel gelişme geriliği
- Bilinç bulanıklığı veya kaybı ile seyreden psikiyatrik hastalıkların ayrıcı tanısında
EEG testi nasıl yapılır?
EEG testinde pasta denilen macun veya jel yardımı ile iletkenliği yüksek elektrotlar (ince kablolar ve teller), saçlı deriye yapıştırılmaktadır.
Standart EEG testinin süresi 20 dakika kadar sürmektedir. Bazen hastalığın teşhisinin konulması için bu testin süresi uzatılmaktadır. Özellikle uykuda gerçekleşen nöbetlerin tanısında EEG çekimi uzatılmakta ve hastanın uyuması sağlanmaktadır. Bazı hastalarda ise EEG birkaç gün sürmektedir ve buna hastanın video kaydı da eşlik etmektedir. Bu işleme video-EEG denilmekte ve özellikle epilepsinin ayrıcı tanısında veya epilepsi cerrahisi öncesinde kullanılmaktadır.
Rutin EEG çekimi sırasında nöbetleri daha iyi kaydetmek ve beynin elektriksel tepkilerini ölçmek için birkaç ardışık işlem uygulanmakta ve kaydedilmektedir. Bunlar, EEG çekimi sırasında gözlerin açılıp kapatılması, derin nefes alma ve çekim sırasında gözlere ışık uyarıları verilmesidir. Bu işlemleri EEG çekimini yapan teknisyen, hastaya komutlar vererek gerçekleştirilmektedir. Böylece beynin bu durumlara vermiş olduğu tepki bilgisayar ortamına dalgalar şeklinde kaydedilmekte ve beyin fonksiyonları ölçülmektedir.
EEG Çekimine Gelirken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
-Saçlı derinin temiz ve yıkanmış olması gerekmektedir. Deri iletkenliğini olumsuz etkileyecek yağ ve kir katmanları olmamalıdır. Testin yapılacağı gün jöle ya da saç kremi gibi ürünler kullanılmamalıdır.
-EEG testi öncesinde alkol, uyku ilacı ya da sakinleştirici alınmaz. Özellikle testten 6 saat önce kahve içilmemesi gerekir.
-Daha önceden yapılmış bazı testlerin sonuçları ve diğer radyolojik incelemeler getirilmelidir.
-Hepatit ya da AIDS gibi kan yolu ile bulaşan hastalıklar ile COVİD-19 şüphesi varsa nörofizyoloğa inceleme öncesinde durum kesinlikle anlatılmalıdır.
-İşlem öncesinde kullanılan ilaçlar söylenmelidir.